Muş 1 Şubesi

,

‘Krizlerin Gölgesinde Eğitimin ve Emeğin Geleceği’ uluslararası sempozyumumuz başladı

Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, eğitime ulaşma, okullaşma ve eğitim altyapısına ilişkin çelişkilerin kapatılamaz bir şekilde devam ettiğini ifade ederek, “Öyle ki, sistemin geçmiş zamanlardaki vaatlerinin hiçbirinin gerçekleşmediğine hepimiz şahit olduk. Bizler hem eğitimciyiz hem de sendikacıyız. Nasıl ki, emek konusunda mücadele ediyorsak, eğitim konusunda da küresel elitlerin oluşturduğu sisteme karşı da mücadele ediyoruz, etmeliyiz de” dedi.

52 ülkeden 104 yöneticinin katılımıyla İstanbul’da düzenlenen “Krizlerin Gölgesinde Eğitimin ve Emeğin Geleceği” Uluslararası Sempozyumu’nun açılışında konuşan Ali Yalçın, dünyanın büyük krizlerle boğuştuğu bir zaman diliminde, dayanışmanın mimarları emek liderlerini Türkiye’de ağırlamanın onurunu ve sevincini yaşadığını söyledi.

Sorunların konuşularak aşılacağına, bugünkü krizin oluşturduğu girdabın da dayanışmayla dağıtılacağına inanıyoruz

4 yıl önce, 77 ülkeden 89 sendika ve 4 uluslararası örgütten 175 yöneticinin katılımıyla “Küreselleşme, Eğitim ve Sendikalar” başlığıyla yine İstanbul’da bir sempozyum düzenlediklerini hatırlatan Yalçın, sözlerini şöyle sürdürdü: “Biz fikri takibe ve geleneğe inanırız. Bugün krizlerle boğuşan dünyamızda işte bu anlayışla, eğitimi, emeği ve insanlığı konuşacağımız ‘Krizlerin Gölgesinde Eğitimin ve Emeğin Geleceği’ başlığı altında bir sempozyum daha düzenliyoruz. Biz sorunların konuşularak aşılacağına, bugünkü krizin oluşturduğu girdabın da dayanışmayla dağıtılacağına inanıyoruz. Emek kesimi olarak, ne kadar çok bilinç ve tecrübe aktarımı yaparsak bazı zorlukların ne kadar kolay aşıldığını daha net görürüz.”

Tarihin pek az dönemine denk gelen bir sürecin içinden geçtiklerini kaydeden Yalçın, “Ekonomik ve siyasal krizler, salgın, savaşlar, göç, iklim felaketleri ve muhtemelen toplumsal altüst oluşlar… Her biri yıkıcı niteliğe sahip bu olgular, tarihin değişik dönemlerinde ayrı ayrı ve farklı farklı bölgelerde yaşanırken, bugün, topyekûn bir şekilde bütün küreyi etkileyecek şekilde yaşanıyor. Söz gelimi, ekonomik kriz, pandemi ile birlikte bütün dünyayı esir aldı. Gelişmiş ekonomiler dahi bugün durgunluk tehlikesiyle karşı karşıya kalırken, özellikle gıda ve enerji kriziyle yüzleşiyorlar. Yine dünyanın üçte biri savaş ve çatışma hâlini yaşıyor. Öte yandan, yarım milyara yakın insan yerinden yurdundan edilmiş, başka bölgelere göç etmek zorunda kalmış. İklim felaketleri ise her geçen gün kendini daha derinden hissettiriyor; yangınlar, sel felaketleri ve depremler artık hayatımızın bir parçası hâline gelmiş durumda ve maalesef, bütün bunlara bağlı olarak toplumsal hareketlilikler manipüle edilerek egemenler tarafından başka bir yöne kanalize ediliyor” şeklinde konuştu.

Bir avuç sermayedar önemli ölçüde zenginleşirken, emek kesimi fakirleşiyor

“Bütün bu yaşananlar sistemsel adaletsizliğin sonucudur” diyen Yalçın, “Dünya nüfusunun en zengin yüzde 10’u yeryüzündeki servetin yüzde 76’sına sahip, yani kişi başı ortalama 771 bin 300 dolar. Buna karşılık, en yoksul yüzde 50’si toplam zenginliğin sadece yüzde 2’sini elinde bulunduruyor. Bu da kişi başı ortalama 4 bin 100 dolara denk geliyor. Kapitalizmin son teorisi neoliberalist modelin uygulandığı 40 yılda bir avuç sermayedar önemli ölçüde zenginleşirken, dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan emek kesimi fakirleşiyor. Tam bu noktaya gelmişken, bir başka çelişkiyi, iklim krizi üzerinden sizlerle paylaşmak isterim. Gelir dağılımında en üstte bulunanlar iklim değişikliğinde de en büyük sorumluluğa sahip ama bir bakıyorsunuz, bazı söylemlerle, deyim yerindeyse günah çıkarma niteliğindeki teorilerle bu gerçekliğin üzeri perdeleniyor. En zengin yüzde 10’luk kesim emisyonların yaklaşık yüzde 50’sinden sorumlu. Buna karşın en yoksul yüzde 50’lik kesim toplam emisyonun ancak yüzde 12’sini oluşturuyor” ifadelerini kullandı.

Emek konusunda olduğu gibi eğitim konusunda da küresel elitlerin oluşturduğu sisteme karşı mücadele etmeliyiz

Yalçın, böylesine çelişkilerin olduğu bir sistemde, eğitimde de aynı sorunlarla, benzer uçurumlarla karşılaştıklarını dile getirerek, şunları söyledi: “Eğitime ulaşma, okullaşma ve nihayet eğitim altyapısına ilişkin çelişkiler, kapatılamaz bir şekilde devam edip gidiyor. Hatta öyle ki, sistemin geçmiş zamanlardaki vaatlerinin hiçbirinin gerçekleşmediğine hepimiz şahit olduk. Bizler hem eğitimciyiz hem de sendikacıyız. Nasıl ki, emek konusunda mücadele ediyorsak, eğitim konusunda da küresel elitlerin oluşturduğu sisteme karşı da mücadele ediyoruz, etmeliyiz de! Önümüzde iki yol var: Ya kriz söylemleriyle karamsarlık girdabını besleyerek geleceğe kör kalacağız ya da gerçekliği doğru yorumlayıp umut ilkesini derinleştireceğiz ve bütün insanlığa ulaşacak şekilde genişleteceğiz. Gerçeklikle yüzleşmek, hatta onun oluşturduğu güçlükleri ortadan kaldırmak iradesine sahip olmak, umudun doğru bir zemine oturmasını sağlar. Biz eğitimciler tam da bu noktada duruyoruz. Bugün eğitimin yeryüzü ölçeğinde büyük sorunları olduğunu hepimiz biliyoruz. Nasıl ki, bugün, dünya ölçeğinde sistemsel bir kriz yaşanıyorsa, eğitim alanında da, eğitime ulaşmadan okullaşmaya, eğitim altyapısından eğitim kalitesine ve müfredata kadar birçok konuda fikirlerimizi, eylemlerimizi ortaya koyuyoruz. İşte bu bizim, hem eğitimci olarak hem bir sendikacı olarak en büyük gücümüzdür.”

İnsanı dar bir perspektife indirgeyen eğitim anlayışını masaya yatırmak zorundayız

İnsanı dar bir perspektife indirgeyen eğitim anlayışını masaya yatırmak zorunda olduklarının altını çizen Yalçın, sözlerini şöyle tamamladı: “Örneğin, insanı gelecek için bir proje olarak gören eğitim anlayışı insanı endüstrinin bir ürünü olarak ele alıyor. Aslında içinden geçtiğimiz krizi oluşturan, hatta krizi derinleştiren en temel sebeplerden biri işte bu ve benzeri anlayışla daraltılan eğitim anlayışıdır. Bu anlayış, gençleri büyük ekonomik sistemin hem ürünü hem de müşterisi olarak görüyor. Oysa hayat bir bütündür. Parçalayıcı mantık, belirlenimci bir anlayış, hem öğreticiyi hem de öğreneni daraltılmış bir kimliğin içine hapsetmektedir. Ben burada yerel bir sorundan değil, yerküreye yayılmış sistemsel krizden bahsediyorum. Okul yalnızca bilen insanın değil, meraklı insanın da yaşayıp kıymet göreceği bir atmosfer olmalıdır. Müfredata sıkıştırılmış bilgi yığınlarının dayatıldığı bir genç öğrenmeyi mi yoksa güdülmeyi mi öğrenir? Eğitim-Bir-Sen olarak, biz, karşımızda her ne sorun olursa olsun, sadece eleştirmek değil, çözüm üretmek ve müzakere geliştirmek gibi bir ilkeye sahibiz. Kriz noktasında da aynı ilkeyi ortaya koyuyoruz ve umut ilkesini derinleştiriyoruz. Biz gerçeğin farkındayız. Biz sistemin ürettiği çelişkilerin de farkındayız fakat bir şeyin daha farkındayız. Bugün, dünyada yaşanan krizin müsebbiplerine karşı, eğitimden ekonomiye kadar her alanda dayanışma sergileyerek geniş kitlelerin umudu olacağız. Yaşasın emeğin dayanışması!”